17 nisan
2011'de bir veda etkinliği olduydu sami yen'de. gittik bekledik, organizasyon
denildiği gibi gerçekleşmedi. ama günün en güzel şeyi, herkes yavaştan
dağıldıktan sonra, görevlilerle konuşup içeri giren bir abinin sami yen'in kale
fileleriyle çıkması olmuştu. etraftan bulunan bıçaklarla, kesip birer parça
aldık kendimize, sami yen hatırası. odamın baş köşesinde. daha yıkımı
bitmemişti sami yen'in.
15 mayıs 2011'de sansür yürüyüşü için mecidiyeköy'de arkadaşımla buluşacaktım. bi 20 dakika geç kalacağını söylediğinde, soluğu sami yen'de aldım. numaralının çok küçük bir kısmı kalmıştı yıkılmayan. etrafını çevrelereyen metal duvarın aralarındaki ufak boşluklardan baktım. öyle bir dalmışım ki, bir 10 dakikam o ufacık aralıktan içeriye bakarak geçti. (romantize etmeden söylüyorum ki), gözlerim doldu. sonra gözüm baktığım aralığın 10 metre ötesindeki kapıya ilişti. kapalı gözüküyordu ama "ulan bi deneyeyim şansımı" dedim, ittirdim kapıyı, açıldı. tam kapanmamış kapı meğerse. içeride çalışanlar da kapalı olduğunu sanıyormuş.
kapı açılınca, içeri girmek için tereddüt bile yaşamadım. evime giriyordum sonuçta. bir 5 metre ilerledikten sonra bir görevli geldi yanıma "sizi içeri biri mi aldı?" diye sordu. "hayır" dedim "kapı açıktı, girdim içeri son bir kez bakmak için" dedim. bu sefer görevli de galatasaraylı olduğunu belirtip "çok zor geliyor burayı bu halde görmek, hayatımız burda geçti" dedi. "sorma be abi" dedim. gidip eski açık'tan bir parça moloz aldım. evet moloz. eyvallah diyip çıktım sami yen'den. o moloz da şu anda odamın baş köşesinde duruyor. ve gerçekten de, bir taş parçasına neden bu kadar değer verdiğimi anlayan insan sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor çevremde. "manyak mısın, alt tarafı beton. sarı kırmızı bile değil, ne belli sami yen'den olduğu." diyenler bile var.
bunu diyenlere inat, cevabım belli. "beton sami yen'inse, ruhu vardır."
15 mayıs 2011'de sansür yürüyüşü için mecidiyeköy'de arkadaşımla buluşacaktım. bi 20 dakika geç kalacağını söylediğinde, soluğu sami yen'de aldım. numaralının çok küçük bir kısmı kalmıştı yıkılmayan. etrafını çevrelereyen metal duvarın aralarındaki ufak boşluklardan baktım. öyle bir dalmışım ki, bir 10 dakikam o ufacık aralıktan içeriye bakarak geçti. (romantize etmeden söylüyorum ki), gözlerim doldu. sonra gözüm baktığım aralığın 10 metre ötesindeki kapıya ilişti. kapalı gözüküyordu ama "ulan bi deneyeyim şansımı" dedim, ittirdim kapıyı, açıldı. tam kapanmamış kapı meğerse. içeride çalışanlar da kapalı olduğunu sanıyormuş.
kapı açılınca, içeri girmek için tereddüt bile yaşamadım. evime giriyordum sonuçta. bir 5 metre ilerledikten sonra bir görevli geldi yanıma "sizi içeri biri mi aldı?" diye sordu. "hayır" dedim "kapı açıktı, girdim içeri son bir kez bakmak için" dedim. bu sefer görevli de galatasaraylı olduğunu belirtip "çok zor geliyor burayı bu halde görmek, hayatımız burda geçti" dedi. "sorma be abi" dedim. gidip eski açık'tan bir parça moloz aldım. evet moloz. eyvallah diyip çıktım sami yen'den. o moloz da şu anda odamın baş köşesinde duruyor. ve gerçekten de, bir taş parçasına neden bu kadar değer verdiğimi anlayan insan sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor çevremde. "manyak mısın, alt tarafı beton. sarı kırmızı bile değil, ne belli sami yen'den olduğu." diyenler bile var.
bunu diyenlere inat, cevabım belli. "beton sami yen'inse, ruhu vardır."











.jpg)












